APPAK İŞAN’IN TORUNU KURBANALİ HACI BAKİBOLLAOĞLU AHMED İŞAN’LA SOHBET
(CUMHURİYET ÇAPINDAKİ GAZETELERDE YAYIMLANDI)
«ARUAH’A SIĞINACAK KAZAK OLALIM»
Elbası Başkan N.A. Nazarbayev kendinin yazdığı «Geleceğin yönü : «Ruhsal modernleşme» isimli makalesinde : «Bugünleri ihtilaller simasını değiştirip, ulusal, dini, medeni, ayırımcılık perdesini örtündü. Ancak bunları hepsi sonuç itibariyle kan dökülmesi, ekonomik çöküntü ile sonuçlandığını görmekteyiz.
Dolayısıyla, dünyadaki olayları iyice analiz edip sonuçlandırmak – toplumun, siyasi partiler ve hareketlerin, eğitim sisteminin de büyük çaptaruhani çalışmasının bir parçası denildi.
Kurbanali Bakibollaoğlu Ahmet İşan 04.04.1955 yılı Güney Kazakistan ilinin Şayan köyünde dünyaya geldi. 1982 taşken şehrindeki İslam Enstitüsünden mezun oldu. Ondan sonra Buhara şehrindeki «Мirararb medresesinde» fikh ilmi ve arap gramerinden ders verdi, 1988-1998 döneminde ise Taşkent şehrindeki İslam Ensitüsünde sufizm ile ilgili ders verdi.
«Мezhebin anlamı», «Namazname», «İlime yetişmek», «Ruhname», «Таrikatname», «Pir’i olan gamsız», «Aruah – Allah’ın abılhayatı» gibi birkaç eserşn yazarı. «You Tube» sitesinde geleneksel İslam ve yeniden meydana gelen yeni akımlar hakkında, modern din ve ruhsal үндестік және т.б. dersleri bulunabilir.
Halkına ruhsal yolu gösteren ünlü Appak İşan’ın torunu, ata-babamızın bıraktığı geleneksel dinimizi anlatmakta olan teoloji-alim. Aşağıda ise Kurbanali hacıyla olan konuşmamızı sunmaktayız..
–Siz Güney Kazakistan ili, Baydibek ilçesi merkezinde zamanında medrese olarak yaptırılan ve kullanılan, şimdi tarihi müze işlevini yürütmekte olan tarihi tesisi yaptıran, halkına Ruhsal yol gösteren, ünlü Appak işan’ın torunusunuz. Sizin görüşünüze göre şimdiki dönemde sufilik, işanlık okullara ihtiyaç var mı?
–Şeriat ve tarikat arasındaki fark sufilerin söylediklerinden alınmış özetler.
Şeriat yılanı öldür der. Tarikatta ise canı, aruahı üzme der. Yılanın zehrinin getireceği ziyan şeyler haram, mekruh, günah, zülülmlük, insanoğlunu cehenneme götürecek maddelerin hepsine şeriatın yasak koyduğu gibi ülkemize, ulusumuza karşı gelecek maddeleri yasaklamak bu dünya kanunu. Dünya için kanunların olması ne kadar gerekliyse şeriatın gerekliliği o seviyededir.
Tarikat inceleyecek olursak, tarikatta «sen benim düşmanımsın, sen kötüsün, sen haramsın, sen günah işlemektesin» gibi iddalar geçmez, söylenmez. Herhangi bir günah, zülümlük «ruhsal dert» olarak varsayılmakta.Herşeyi alttan alıp, tedavi etmeye çalışır. Tarikat insanı Hz. Peygamberimiz’i (S.A.V.) «ruhsal derdi tedavi etmeye geldi» diye anlar. Tarikat insanoğlun öldürüp, imha etmek için değil, o hastanın, günahın, zülümlüğün kökünün nereden kaynaklandığını araştırıp, ona önem verir. Ruhsal dertlerin bu dünyaya olan sevgiden mi, yadaki kalbindeki günahlardan mı, şeytandan, daccaldan mı gelmekte. İşte bunların hepsini inceleyip, kökünden değiştirmek için çaba gösterir. Hz. Peyamberimiz’in (S.A.V.) bir hadisinde: «Benim şeytanım sakin müslümandı» demiş. Hz. Peygamberimiz (S.A.V.) kendi şeytanın öldürmedi, aksine onu «sakin müslüman» yaptı. Yani insanın kalbindeki kötülüğü, zülümlüğü iyiliğe çevirdi. Hz. Ömer (R.A.) Hz. Peygamberimiz’i öldürmek amacıyla kılıcıyla geldi. Hz. Peygamberimiz ise Hz. Ömer’in kendisin de, kılıcın abilhayata (insana derman veren, lezzet, selavet, iyilik getiren enerji) çevirdi. Hz. Peygamberimiz (S.A.V.) Hz. Ömer’i (R.A.) peygembaerlik derecesine yükseltti. Arab halkı kendi döneminde insan simasındaki «yabani hayvan» olarak varsayıldı. İnandığı 360 tanrısı olan, bir-biriyle savaşan, kendi çocuğun öldürüp, başka kavimleri de imha edip yoluna devam ederdi. Hz. Peygamberimiz (S.A.V.) onların tüm zihnin, ahlakın, fıtratın değiştirip, dünyadaki en kültürlü halk seviyesine getirdi. Bu – dinin ve tarikatın hizmeti. Arap halkının karakterini değiştirerek dünyadaki en sevecen, en sevgi dolu, en okuryazar, en çok iyilik yapan ülkeye çevirdi. İşte bu – tarikatın işi. Tarikat yılanın zehrin abilhayata, yani baki dünyaya değiştirdi. Kıyamet günü insanlar, çocuklar yılanla ve kertenkeleyle oynayacak. Öyle bir barış dolu hayat olacak. Koyun üstüne serçe yumurtalar, arslanlar öküzlerle oynar, kurtlar koyunlarla beraber gezer diye sözün anlamı bu işte. Biz zihnimizi değiştirip, barış dolu hayat yaşayıp, vatanseverliğin tam anlamındaki sevgisini gösterecek kazak olursak, işte bu«tarikat yolu» diye adlandırılır. Bunun kendisi «asil şeriat». Hz. Peygamberimiz’in (S.A.V.) getirdiği şeriatın asili buydu. Hz. Ömer (R.A.) öldürüldükten sonra kanunla korkutmak için şeriat kaldı. İşte insanoğlunun içindeki şeytanı meleğe değiştirecek mektebi «Sufi mektebi» diye adlandırıyorlar. Onun için bizim bozkırdaki atalarımız, sufilerimiz «canım benim, yavrum benim» diye bir birine sanatsal karakterle davrandı. İkinci dünya savaşı döneminde bizim ülkeye her çeşit ulus göç etti. Kazak halkı onlarla yediği ekmeğiyle paylaşıp «sen şöylesin, sen böylesin» diye kimseyi ayırmadı. Böyle davranış sufilik eğitim sonucundan doğmakta. Dolayısıyla, «sufilik eğitim» Hz. Peygamberimiz’in (S.A.V.), sahabelerin, bizim geleneksel müslümanlığımızın yolu.
–SSCB düştüğünde vahabizm, hizbut-tahrir, tabliği cemaat gibi farklı akımlarla mücadele edip, İmam Matrudi akidasıyla, İmam Ağzam Abu hanifa mezhebi ve tarikatı, yani geleneksel dinimiz İslam’ı muhafaza etmek işin aktif şekilde faaliyet göstermektesiniz. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V.) ruhsal fiyat biçilmez asil niteliiğini değerlendirip, halkı barışa davet etmektesiniz. Birkaç kitabın yazarısınız. Şimdi ne yapmaktasınız?
–Buhara şehrindeki «Мiararb medresesin», Taşken şehrindeki İslam Ensitüsünden mezun oldum. Babam – İşan. Babamız da, annemiz de sufi, işan olduğu için ben de Hz. Pirimize gidip elini aldım. Tarikatın küçük bir lezzet haluatın görmüş gibi olduk. Sonra öğretmenimiz: «Yavrum, sen insanları tövbeye getirip, bu vaaz-nasihatlarını söyle» – diye bizi görevlendirdi. Bu vazifeyi yapamayız, elimizden gelmez dersek de üç kere bu bizden değil, «maneviyattan geldi» dedikten sonra yapmamaya neden kalmadı. İmam Matrudi akidasıyla, İmam Ağzam Abu Hanifa mezhebi ve tarikata yani geleneksel dinimize hizmet etmekteyiz. Yaptığımız hizme ebedidir. İnsanlar ister bu yola anlayıp gelsin, yada gelmesin, bir tövbeden geçmesini söylüyoruz. Hz. Peygamberimizin (S.A.V.) döneminde «hak yoluna» sufilik denilmezse de bu insan can dünyasının eğitimi ve maddi (beden) dünyayı beraber eğitmek gerektiğin anlatmaktayız. İnsanları düşmanlık derdinden tedavi Hz. Peygamberimiz’in hadisinde etsek, onun kalbine sevgiyi yerleştirip, ülkesine, halkına, kardeş ve akrabalarına olan sevecenliği yerleştirme amacıyla hizmet etmekteyiz. Allah’a şükürler olsun, az da olsun, neticesini görmekteyiz. Vefat edesiye kadar bu hizmetimizi büyük sorumluluk altında halka göstermeye devam edeceğiz.
–Siz bilim yolundasınız, nüfus için ruhsal konuda dersler, sohbetler yapmaktasınız. Siz «Sufilerin akidası» isimli kitabınız yayımlandı. Bu konu üzerinde biraz fikir yürütebilir misiniz?
-«Sufilik akidası» Peygamberlerimizin, tüm amellerimizin akidası. Akida – Allah’ın tek olduğunu tanımak. «Kulhüvellahu ehad, Allahu samed, lem yüled ve lem yülad, ve lem yeküllehü küfüven ehad». Sufinin akidası budur.
«Sufilik akida» – biz ne kadar Allahu Tebareke ve Teala’nı översek o kadar Allah’ın dostların da överek, onların hizmetin halka ulaştırmak. Biz hristiyan dünyası gibi Hz. İsa’yı Tanrı’ya şirk getirmiyoruz.Hz.İsa (A.S.) – Allah’ın elçisi, yeryüzündeki gölgesi, ruhu, Allah’ın kolu olduğunu anlatırız. Hz. Peygamberimiz’in (S.A.V.) hadisinde: «Herhangi bir kulu Allah sevecekse, o kul Allah’ın kolu olacak, Allah’ın gözü ve dili olacak. Kul Allah’ın diliyle konuşur, eliyle dünyayı yaratır, onun gözüyle görür, bakışıyla bakar. «Sizin ellerinizin üzerinde Allah’ın eli bulunmakta» – ayetinin anlamı budur. Biz hiçbir zaman Allah’a şirk getirmeyiz. Ancak Allah’ın isim-niteliğin, emanetin kaldıracak tek şahıs – insan. Melek, cinler, dağ-taş Allah’ın ismini kaldıramaz. Allah’ın dostları «Tanrı değil, Tanrıdan da eksik değil». Allah’ın krallığı var, tüm dünya Allah’ın isim –sıfatından oluşmakta. Hz. Peygamberimiz’in (S.A.V.) krallığı var, Allah’ın isim-sıfatlarının kutsallığı Hz. Peygamberimiz’in (S.A.V.) nuru aracılığıyla dünyayı doldurur. Hz. Peygamberimiz’in (S.A.V.) nuru aruah ile dünyaya yayılır. Dolayısıyla, bu dünyayı arau toplayıp derlemektedir. Aruah maddi alemi yaratmakta. Bundan dolayı, «dörtlü tam olursa tepedeki gelir» diye sufiliğin akidası. En güzel amel ne denildiğinde – herşeyden Allah’ı, her zattan Hz. Peygamberimiz’i (S.A.V.), hepsinden aruahı görmek. Aruahsız hiçbir şey olmaz. Kazak halkının içinde Elbasın/Başkanı görürüz. Her evin içinde Cumhurbaşkanımızın nuru bulunmakta, eserlerini görmekteyiz. Tüm amelleri başkanımızdan görebilmeliyiz. Biz başkanımızı kötülemeyiz. Annen yada baban kötü olursa bile sen onların sayesinde hayattasın, Biz onlara teşekkür ederiz. İşte bunlar – sufiliğin akidası. Allah’a, Peygamberimiz’e, ruhsallığa bağlı olduğunu hissetmek ve ona inanmak. Cumhurbaşkanından itibaren bakanlara, il amirlerine, ilçe, köy amirlerinin yaptığı hizmeti hissedip, onların iyiliğini görebilmek, herşeye şükredip, teşekkür etmek, «Ülkem, Vatanım, evim» – diye yaşayarak birşeylere ulaşmak işte bu «sufiliğin akidası» olarak varsayılmakta. Sufi «kimseye darılma, kimseyi üzme» – diye kaideyle yaşar.
–Cumhurbaşkanımız N.A.Nazarbayev’ın «Geleceğin yönü: manevi yenilenme» isimli makalesinde «ХХІ yüzyıldaki milli bilinç hakkında» çok güzel anlatılmış.. «Yenilenme eskisi gibi tarihi tecrübe ve milli geleneklere tepeden bakmaması lazım. Aksine, zaman sınavından tökezlemeden geçen ilerici gelenekleri başarılı modernleşmenin önemli koşullarına çevirmek gerekir. Eğer modernleşme halkın milli-ruhsal damarından güç almazsa yolunu şaşırmaya başlar» – denilmiş. Kazak halkının örf ve adetleri islam diniyle sıkı bağlantıda. Şimdiki dönemde bilinci değiştirmek, yenilemek ihtiyacı var. Sizin fikriniz ne?
–Şimdiki dönemde bilincimizi değiştirmek gerekir. Cumhurbaşkanımız N.A.Nazarbayev «ХХІ yüzyıldaki milli bilinç hakkında»çok güzel söyledi. Biz yüz yıl boyunca ateistlerin himayesi altında yaşayıp, ata-babamızın bilincinden tamamem koptuk. Bizim bilincimiz zamanla değişmekte. Değişme – düşüncemizdeki farklı enformasyonlara bağlı olan maddelerden meydana gelmekte. Hz. Peygamberimiz’in (S.A.V.) hadisi şerifinde: «Senin amellerin niyetine bağlı» – denilmekte. «Sen neden Tanrı’ya inanmazsın?» – diye soru sorarız. İşte o soru insanoğlunun niyetindeymiş. Nereden kaynaklanmakta sorusunun cevabı –insanın düşüncesi, fikri, anlayışından oluşmakta. Anlayış neye bağlı diye sorarsak – o insanın 100 milyar hücresinde bulunmakta olan enformasyon boyutuna bağlı. Doğduktan sonra insan reşit yaşına gelip ne duyup, ne yedi, ne düşündü – bunların hepsi insanın 100 milyar hücresinde şeytan simasında bulunur. Yani kötü düşünme, görme, duymanın hepsi şeytan simasında olacak. Dolayısıyla biline yerleşir. Bundan dolayı insan bilincini bozmak için çeşitli müzik kullanılmakta. Haram yedirilmekte. «Yenilenme, modernleşme denildiğinde» neyi anlamak gerekir? Hatta ideoloji bile insan bilincin zehirler. Bilinç neyle değiştirilebilir? İnsanoğlunda beş hiss mevcut. Biz düşincemizi, hayalimizin hepsini kontrol altında tutup, çok dikkatli olmamız gerekir. Bu durum bilimsel olarak kanıtlanmış. «Ruhsal yenilenme» denildiğinde bu meseleyi kastetmemiz gerekir.
–Appak İşan ata – maneviyat aleminin yegane evliyası. 2014 yılı Güney Kazakistan işi, baydibek ilçesinin merkezi Şayan köyünde atamızın 150 yıldönümü için dua okunup tarafınızdan yemek verildi. «Аltın parçası» olan işanlar hanedanı nesilisiniz. Siz o zaman «Aruaha sığınan kazak olalım» demiştiniz. Bunun anlamını açıklayabilir misiniz?
–Biz niye muhtacız? Biz havaya, yemeğe, suya, yani herşeye muhtacız. Bedenimizdeki yüz milyar hücreye muhtacız. Bedenimizin her bir parçası – bir melektir. Meleğin canı var. Biz ise o meleklerin toplamasıyız. Bedenin içinde milyarlarca melekler bulunmaktadır. Şimdiki dönemde insanoğlu maddiyat, ünvan, kariyer peşinde olup, ona sığınmakta. Öncelikle insanoğlu kendisinin kullanmakta olduğu iç dünyasını tanıması gerekir. Onu tanırsan aruaha hizmet yaptığın, sığındığın oluyor. Lakin aruahı tanımazsan demek ki maddiyatçısın. Yani kariyere, paraya, yaptığın işine, bilincine, nefsine sığınmaktasın. Bunların hepsi ise maneviyata muhtaç. Maneviyat – her şeyi yaratmakta. «Aruaha sığınmak» Allah’a baş eğmenin ilk kademesi. Ancak o zaman Tanrı’nı tanırsın. Mevcut maddi dünyadan başka bir dünyanın olduğunu bilirsen bu Allah’ı hissetmen oluyor. «Aruaha sığınan Kazak olalım» diyerek Allah’a şirk getirmek amacında değiliz. Bu – ata-babalarımızdan gelmekte olan halkımızın atasözü. Bu – evliyaların kaidesi. Böylece, Allah’a, aruaha şükür demeden Tanrı’nı tanımazmışsın.
–Tarikattaki nefis terbiyesi hakkında geniş çapta açıklayabilir misiniz?
«Nefsim benim bela, yanat ateşe atar» denildiği gibi, nefsin belası çok. İnsanoğluna işkence çektirecek melekler var. Nefis – insanoğlun cehenneme atacak cehennem ateşi. Nefsin insanın kendine yaptığı kötülükler oluyor. Nefis ne demek? Nefis DNA şeklinde iç dünyanızda maddi şekilde yaratıldı. Atanın belinden ananın rahmine düşüp, 100 milyar hücre olup dünyaya geldi. Okudu, büyüdü, yedi, içti. Herşeyi görerek reşit yaşına geldi, akılı başına geldi. İnsanoğlunda düşünce, hiss, akıl, anlayış meydana geldi. İnsanın yapmakta olduğu işlerin, günahların, sevapları toplamasından bir melek oluşur. Işte buna «nefis» denilir. Bu nefis insanı cehenneme götürür. Nefis yaptığın iş ve hareketlerinle günahı, zülümü, kötülükleri daima aklına getirir. Nefsi temizlenirsesalihliğe, iyiliğe götürür. Allah Teala kimseye işkence çektirmez.«Allah bana neden acı vermekte?»diye iftira atmamak gerekir. Allah’ın emanetin, nimetlerin alarak insan kendi nefsine ihanet etti, cehennemin ateşin yarattı. Bir de bunu insan anlamamakta. Bundan dolayı Hz. Peygamberimiz (S.A.V.): « Size nefis derdi bulaşmış, o hastalıktan biz sizi tedavi etmeliyiz» dedi. Sufiliğin manası burada. Nefsindeki derdi biz tedavi etmeliyiz. «Kendi nefsini temizleyen insan zafere ulaşır». Nefsin dediğini yapan insan ise cehennem ateşinde yanar» – diye Allah Teala’nın ayyetlerinde söylenmektedir. İnsan vücudunun tüm uzuvlarından girenler insanın iç dünyasın etkiler. İnsan bunun için sorumluluk taşır. Nefse karşı mücadele kıyamete kadar devam eder. Küçük sevap yapıldığında bu dünyada insan onu görür. Küçük kötülük yapıldığında da sonucun insan görür. Bundan dolayı mollalar, sufiler aynı anda hem psikoloji uzmanları sıfatındalar. Onlar insanların iç dünyasın temizlemeye gayret sarfederler.
–Birçok uluslararası, cumhuriyet çapında düzenlelen konferans ve toplantılara katılmaktasınız. Aldığınız izlenimlerinizi açıklayabilir misiniz?
İzlenimlerim çok iyi. Türkiye’de de, memleketimizde de birçok konferans ve toplantılara katıldık. Kendimiz de böyle konferansların gerçekleşmesi için gayret göstermekteyiz. «Кonferansa katılmak» demek «araştırmak» anlamına gelmektedir. Biz ülke, halk olarak aramaktayız. Bir-birimizi davet ederiz. Araştırma işlerini yaparak belli bir anlayışlara geliriz. Birileri doğru ve tam söyler. Türkiye’de organizasyonu yapılan Hoca Ahmet Yessevi Pirimiz’in hürmetine düzenlenen konferansa katıldık. Biz türk milletinden çok memnun kaldık. Hoca Ahmet Yessevi Pirimiz’i UNESCO seviyesine kadar yükseltip «Yessevi yılı» diye ilan edip, onun ruhsal eserlerin, hizmetlerin bizlere açıklayıp anlattılar. Çok güzel. Biz de Maşhur Jusup Köpey’in, Appak İşan atamızın, Beket Ata Pirimiz’in hürmetine konferanslarının düzenlenmesini isterdik. O zaman halkın bilincine, gelecek nesle ata-babalarımızın yapmış olduğu işlerin öğüt nasihatını yapıp onların boyuna ruhsal değerleri aşılamış olur muyduk? Bu tip konferanslar şimdi faaliyette olan radikalizme, vahhabizme, salafizme karşı mücadele verip, tek Allah’tan gelmekte olan faiz, bereketin sadece ayyet Kur’an, hadis, Hz. Peygamberimiz yolunda değil, o ilahi faizlerin ondan sonraki ümmetlerin içindeki azizlerden, evliyalardan da gelmekte olduğunu anlatmamız gerekir. Bir de ayyet, hadis üzerinde takılmayıp, Hz. Peygamberimiz’in (S.A.V.) varislerinden de etkilenmemiz gerekir. Müştahidlerimizi, mezheb ulemalarını anladığımız takdirde biz radikal, salafit olmayız. Yani biz bunları anlamalıyız.
–Kaç yüzyıllar boyunca babadan oğluna hem sözel, hem yazı olarak ruhsal miras olarak ulaşan ruhani şecereleri kazak halkının aydınları, şairleri ve ozanları çok iyi bildi. Sufilik edebiyat geleneği kazak söz sanatında ve şark şairleri olarak isimleri geçen Rudaki, Navoi, Firdousi, Hafiz, Ömer Hayyam, Fizuli, Sağdi gibi büyükler kazak edebiyatı temsilcilerin çok etkiledi ve tesir etti. Bizm edebiyatımızdaki sufiliği ruhani açıdan anlatabilir misiniz?
Şimdiki dönemde edebiyatımız halkın bilincinden koptu. Biz edebiyattan uzaklaştık. Biz halkımızın değerli eserlerin cami minberinden söylememiz gerekir. Söz, harf – Allah’ın askeri. İnsanın kalbine varan, insanoğlunun kemiklerini inletecek kadar etkileyici sözler var. Söz askerin biz çok faydalanmaktayız. Söz askeriyle insanın bilinci yenilenebilir. Söz askeriyle kalbe girebiliriz. Bunun için Hz. Peygamberimiz (S.A.V.) hadisinde: «Sohbet anındaki sözler elbet sana tesirde bulunur» denildi. Sadece Allah’ın ilahi sevgisi tesir edebilir.
Bir görüşmede Özbekistan’daki kardeşlerimiz edebiyat ile ilgili soru sordu. Kardeşlerimize Alişer Navoi’nin «Kuşlar dili» kitabın, şairin kendi sözüyle anlatmıştım. Eskiden insanlarda şimdi olduğu gibi enformasyon yoktu. O dönemdeki halk sadece edebiyat aracılığıyla bir-birine sözü iletti. Hz. Peygamberimiz de (S.A.V.), sahabalar da insanların kalbine Allah’ın sözün güzel şekilde iletip, çok etki bıraktı. Onun için edebiyatın olması gerekir. Hz. Peygamberimiz (S.A.V.) hadisinde: «Sen kendin konuşmuyorsun, her söylediğin söz insan kalbine tesir bırakacak bu vahi». Mesela, müzik dinlemek yerine neden kazak ozanlarını dinlemeyelim? Çocukluğumuzda Hoca Ahmet Yessevi’nin, Allayar Sufi’nin, Şadi Töre’nin destanlarını bize ezbere okuyan annemiz bilincimize kazıdı.
Bizm camilerin minberinden ayyet-hadislerle beraber aynı anda ozanlarımızın, bahadırlarımızın, dünya edebiyatı ve doğu şairlerinin eserleri de bahsedilirse çok ama çok iyi olurdu. Her bir müslümanın kalbine edebiyat aracılığıyla imanı aşılayabilirsek bu çok başarılı bir yöntem olurdu. Önceden halkımız edebiyattat yararlandı, şimdi ise edebiyatımıza ihtiyacımız var. Ruhani erzağımız olan«edebiyatımızı halkımızın kalbine ulaştıralım», – diye yazarlarımıza, oriyantalistlerimize umutla bakmaktayım. Ancak halk edebiyatın anladığımız ve aruaha karşı saygı duyduğumuzda biz salafit, vahhabit olmayız. Edebiyatımızda varolan ruhani maddelerden kopup, can dünyamızı tesir edeceklerden uzaklaştığımız için böyle mankurt duruma düştük. «Ölü razı olmadan canlı zenginleşmez» atasözünde denildiği gibi her zaman aruaha karşı saygı duyan, ruhu yüksek kazak olalım.
- Sohbetiniz için çok teşekkür ederiz. Ata-babamızın yapmış olduğu geleneksel yolumuzu yenileyip, halkımızı ruhsalaçıdan doldurmanızı, desteklemenizi temenni ederiz.
Sohbeti yapan: Laura-Leylahan Aytkocakızı
Kazakistan gazeteciler Birliği üyesi
Astana şehri, 2018 y.
ÖĞRETMENİMİZ HAZRET KURBANALİ İŞAN PİRİMİZE!
(Mekke-Medine’ye Ümraya gittiğinde bir insan sevgili Peygamberimizi (S.A.V.) rüyasında görüp ve eşarbını Hazreti Pirimize bizden hediye olarak götürün demiş. O anda kalbinden çıkan bir eser.)
Alemlerin sultanısın – sen Pirim,
Kalplerin sultanısın – sen Pirim!
Sevgiyi hikmetle bildirip,
Herşeyin sultanısın – sen Pirim!
Sevginin de Piri sen – sultanım!
İnsanoğlunun terbiyeleyip nefsini,
Büyük Allah’a ulaştıran sen Pirim!
Appak İşan ataların nesli
Evliya parçası – sen Pirim!
Can ve bedenin düşincesini temizleyip,
Büyük Hakk’a ulaştıran kendinsin!
Nur yüzün mübarek gibi ışınlı,
Sultanların sultanı – sen Pirim!
(LEYLAHAN AYTKOCAKIZI) 2019 Y.
BÜYÜK BOZKIRIN BÜYÜK ATASI
Önce sözün başı Pir’im olsun!
Dilerim ki herkesin Pir’i olsun!
Geçmişte Pir’siz Kazak yoktu,
Pir’in var, kendin yoksun, bilirsen – O’sun!
Kudiyar Bilaloğlu, yazar.
2014 yılı ağustos ayında Appak İşan atamızın 150 yıldönümü için organize edilmiş bilimsel konferans düzenlendi. Appak işan atamızın ruhuna gerçekleşen faaliyet çapında 180 hatım bağışlandı. Aynı yıl kazak bozkırında maneviyat tekrardan canlanmış gibi izlenim bıraktı. Atamızın kazak halkına yapmış olduğu hizmetin sınırı yok.
2015 yılı Appak işan atamızın ebedi mekanına küçük torunu Bakibollaoğlu Kurbanali İşan mezartaşı yaptırıp şöyle hatıra yazısı bıraktı: «Bismillahir Rahmanir Rahim La İlahe İllallah Muhammedur Rasulullah Allah Allah Allah!Bu mezartaşı Hz. Appak İşan Nakışbandi Rahmatullahi aleyhi hazretlerine yapıldı(1864-1933)
Torunu Kurbanali Hoca İşan Baki Billah İşan oğlu Nakışbandi müridleri tarafından Ramazan ayının 10.günü».
Şimdi ise atalarımızdan miras olarak kalan İşan okulun tekrar canlandırma amacı var. Okul aracılığıyla kazak halkının ruhun uyandırabiliriz ve böylece de dinimize destek olabiliriz.
Evet, din ve geleneği bir birinden ayırt ederek inceleyemeyiz. Bu bizim ulusal özümüz. Gerekirse milli kodumuz.Dolayısıyla geleneğimize aykırı gelen yabani dini akımlar bizim yaradılışımızın özün değişikliğe uğrattığı yıllar geçtikçe ıspatlanmakta.Ulusun kendine has özelliğin herhangi açıdan sıfıra indirmeye çalışan aynı ulusun temsilcisi, kendi ulusunun dilini, mantalitesini, dinini hoş görmezse ya da kendi ulusunun özelliğini kendi boyunda görmek istemiyorsa ve ondan kopmaya çalışırsa – o andan itibaren imanından uzaklaşır. Çünkü milli özü değiştirmeyi etkilemek veya çaba göstermek – bizi ulus olarak ayıran Allah’ın isteğine karşı gelmek oluyor. Bizim geleneğimiz ve dinimizi beraber kaynaştıran ata-babamızın yolu olan işanlık mektebinin büyüğü, temelini atanlardan biri Appak İşan Seydahmetov’un en önemli mübarek kaidesi kazak halkın şaşırtmadan Allah’ın önünde ruhani temiz, birlik ve beraberlikte mutlu yaşamayı öğretmekti.Bu ise insanın insani, barışseverlik, ruhani yaradılışın sayısız sırların öğrenmek ve onu halk refahı için kullanmak gibi büyük emeğiyle beraber önünü görebilme niteliği ayrı bir kitap. Bunu değerlendirmek gelecek nesilin işi. Başkanımız (Elbaşı) N.A.Nazarbayev «Geleceğin yönü – manevi yenilenme» isimli makalesinde bahsettiği konunun hepsi halkın ruhani açıdan «аcıkmaya» başlayan gönlü için nur döküp bilinçleri sevindirdi. Ayrıca Başkanımızın «Büyük bozkırın yedi yönü» isimli makalesinde «Büyük bozkır isimleri» diye bölümünde: «…Çoğunluğun bilincinde tarihi süreç genel olarak kişiselleştirme sıfatına sahip olduğu belli. Çoğu ulus kendi ülkesinin özel ilçisi gibi büyük atalarının ismiyle gurur duyarlar. Örneğin, geçen dönemdeki Tutanhamun, Konfüçyüs, Büyük İskender, Şekspir, Gete, Puşkin ve George Washington gibi dünyaca ünlü şahıslar bugünleri «kendi ülkelerinin» fiyat biçilmez sembolik sermayesi olarak sayılmakta hem de kendi ülkelerinin uluslararası çapta ilerlemesine yardımı dokunmakta. Büyük bozkır – Al-Farabi, Yessevi, Kültegin ve Beybarıs, Az-tauke ve Abılay, kenesarı ve Abay ve diğer büyük şahısların katmanın dünyaya getirdi. Dolayısıyla, biz ilk olarak ünlü tarihi şahıslarımız ve onalrın başarısının hürmetine açık havada heykel-anıtların dikileceği «Büyük bozkırın büyük isimleri» isimli aydınlanma, ansiklopedi parkın açmamız gerekir. İkinci olarak, devlet sıparişi üzerine şimdiki edebiyat, müzik ve tiyatro alanında ve resim sanatındaki büyük filozoflar, şairler, ve ülkeyi yöneten şahısların simasının galerisin yapmayı ele almak gerekir. Ayrıca burada klasik şablon dışında alternatif olarak gençlik sanatın yaratıcılığından faydalanmakta yarar var. Bundan dolayı böyle bir iş için sadece yerel değil, yabancı ustalar ve sanat müyesseselerin de katılımını sağlamak iyi olur. Üçüncü olarak, ülkemizin tarihi dönemin geniş çapta algılayarak «Büyük Bozkır şahısları» isimli toplumsal bilimsel seriler yayımlayıp, dağıtma işini sistemleştirmek ve canlandırmak gerekir. Bu yönde kazakistanli alimlerle beraber yabancı uzmanların katılımıyla çok beyinli uluslar arası bir kuruluş organize edilebilir. Neticesinde ise bizim kahramanlarımızın hayatı ve yaptığı hizmet hakkında sadece ülkemizin insanları değil, yabancı ülkeler de bilmiş olacak».
Bugünde güzelliğini kaybetmeyip, gizemini içinde tutan ve ta uzaklardan «ben buradayım» diye görünen Appak İşan cami-medresesi (Baydibek ilçe müzesi olarak geçmekte) sadece halkın refahına hizmet etmeyip maneviyat dünyasında da kendi hizmetini aralıksız devam ettirmekte. Ülke refahı için hizmet ettikleri için tüm hanedanıyla o dönem sürgünü kurbanı olan Appak İşan Seydahmetov’u anarak ruhu cennette olsun, aruahları bizi desteklesin diye dua etmekteyiz…
Şimdiki dönemde Appak İşan atamızın oğlu Bakibolla’dan doğan küçük torunu Kurbanali Hacı Ahmet İşan ata-babasının yapmış olduğu gelenkesel dinimizi halkımıza öğüt nasihat işini yapıp, ölmüş olan kalpleri diriltmekte olan yegane teoloji uzmanı, bilim adamı, öğretmen, kamil insan.
Soykırım, zulümlük, topluca ölüm – bunların hepsini bir arada başından geçiren kazak halkı ne kadar da dayanıklı yaşam savaçı veren inatçı bir halkmış?! Sufilik, işanlık okullarının sayesinde kazak halkı kendine has ruhun koruyabildi. Temenni ederiz ki halkımız bir daha böyle kargaşalık, zülümlük görmesin.
Allah’a şükür, şimdi «unutulanların hatırlanıp, ölenlerimizin dirildiği» zaman. Şimdi hiçten geç daha iyi denildiği gibi İşan ailesi tamamen aklanıp, halkımızın arasına geri döndü. Appak işan atamızın hayatını araştırmayı gelecek nesil işine bıraktık. 2019 yılı Appak İşan atamızın 155.yıldönümü. Ülkemizin ruhu temiz neslinin çoğalmasını dileriz! Böyle yegane evliya Appak İşan atalarımızın aruahının desteği hepimizin üzerinde olsun!
ARUAHA SAYGI GÖSTEREN VE SIĞINAN HALK OLALIM!